Zeynep Gözübüyük

Aslı Nisan ve Nehir Milena’nın doğum hikayesi – Normal Doğum

dogum hikayesi asliBir süredir derslerin yoğunluğundan doğum hikayelerine ara vermek zorunda kalmıştım. Anneler Günü haftasında her gün bir doğum hikayesine yer vermek istiyorum. Annelik kutsal, kavuşmalar mucize. İsteyen her kadın yaşasın. Nisan’la Milena’nın hikayesi de harika…


Son kontrolümde bebeğimin hala aşağı inmemesine rağmen hızla kilo aldığını ve böyle giderse 4 kiloyu geçebileceğini öğrendiğimde moralim biraz bozulmuştu. Ultrasonda kilo ölçümünde 500 gr’a kadar yanılma payı vardı ve yediklerime dikkat edip, booll yürüyüş yaparak hem bebeğin fazla kilo almasının önüne geçilebilir hem de aşağıya inmesini sağlayarak doğumu başlatabilirdim. Doktorum: ‘’sezeryanı düşünmek için çok erken, şimdiden düşünme, sen normal doğurursun, güveniyorum ben sana’’ demiş olsa ve sezeryan için kendimi önceden hazırlamış olsamda ümidimi kesmeden, annemle birlikte her gün, günde 4-5 saat yürümeye ve yediklerime çok dikkat etmeye başladım. Havaların çok kötü olması, daha önceden yürüyüş yapmama engel olmuştu ama bu sefer ne kar ne de soğuk hava engel olamayacaktı bana. Annemle her gün kendimizi farklı bir AVM’de bulduk. AVM’de olmanın diğer bir avantajı da bebek mağazalarına girerek moral bulmaktı ne de olsa…

Nitekim  yürüyüşler etkisini bir şekilde göstermeye başlamış ve 5 gün sonra nişan gelmişti.. Eşimle kendimizi hemen hastanede bulduk ama nst sonuçlarıyla beraber, bebeğin hala aşağıya inmediğini, suyumun gelmediğini ve doğumun daha başlamadığını öğrenerek, sekreterlerle bugün de doğurmuyorum diye şakalaşarak hastaneden ayrıldık. Eşim bu duruma biraz bozulmuş, ‘yine boş yere geldik’ diyordu.. Ama bebeğimiz doğmak istemiyordu.. Ve ben o gün de Avm turuma devam ettim.. 

26 Şubat, sabah 4’te krampla uyandım. Son zamanlarda bu uyanmalar çok sıklamıştı. Yataktan kalkarken hafif bir sancı geldi. Lavaboya gittiğimde kanamam olduğunu fark ettim ve saate bakıp, sancı saatini not aldım. Bir sonraki sancı 30 dakika sonra biraz daha şiddetli olarak geldi ve yogada öğrendiğim hareketler ile sancıyı atlatıp, saati not aldım. 3. Sancı 17 dakika sonra geldiğinde başım da dönmeye başladı . Tansiyonumun düştüğünü düşünerek, yatağa döndüm ve eşimi uyandırarak acıktığımı söyledim. 11 dakika sonra bir sancı daha geldi.Eşime hala doğumun başladığına ihtimal vermediğimi ama isterse hastaneye gitmemizi söyledim. Bir ihtimal bile olsa bunlar gerçek doğum sancısıysa çok çabuk sıklaştığını ve şiddeti artan lakin aralıkları azalan bu sancılarla arabada seyahat edemeyeceğimi  söylemem üzerine hazırlanmaya başladık. Kapıya gelip, ayakkabılarımızı giymiştik ki ‘’bunlar gerçek sancı değil, bu kadar düzensiz olamazlar acaba bu saatte gitmesek mi, sabah gideriz’’ diyordum hala. Eşimin bir sancı daha gelirse gideriz demesiyle, kapı koluna tutunarak yere çömelmem bir oldu. Bu seferki sancı çok daha şiddetli ve kısa sürede gelmiş, sancı süresi de uzamıştı. Saate baktığımda 7 dakika olmuştu.Hastaneye gitmemiz 14 dakikamızı almış ve 3 sancı daha atlatmıştım. Gecenin karanlığında,  yolun ışıklarına bakarken gelen sancıyla birlikte bilincimi dış dünyaya kapatıyor; sancılar geçtiğindeyse eşimle şakalaşıp, gülüyordum.

Hastaneye geldiğimizde -gülmemden benim doğuracağımı başta anlamasalarda- tekerlekli sandalyeyi kabul etmeyerek, yürüyerek gittim doktorun odasına. Bu arada bir sancı daha gelmişti. Sancı geldiği anda bir yere tutunup, derin derin nefes alarak zihnimi boşaltıyor, sancı geçtiği anda ise eşimle gülüşmeye devam ediyordum.

Kontrol odasındaki asık yüzlü doktor doğumun başladığını, 3cm açıklık olduğunu, suyumun geldiğini söylediğinde; ben ‘ama başlamış olamaz’ derken, eşim de inanmakta zorluk çekiyordu. Bana göre suyum gelmemişti ve o gün doğum yapmayacağıma emindim hala. Hayalimde: sancılar başladığında önce sıcak bir duş almak, bir şeyler yemek ve uzun uzun yoga yapmak vardı ne de olsa. Hem daha uyuyacak, dinlenecek ve birkaç gün sonra doğuracaktım, çok uykum vardı şimdi. 

Bu şaşkınlığıma, doktorun, hastanede doğum katında oda yok, nereye gitmeyi planlıyorsunuz sorusuyla yeni bir şaşkınlık daha eklendi. Şaka yaptığını düşünsem de doktorun ciddi olduğunu anladığımda sinirlenerek: ‘’biz acıbadem sigortalıyız, daha önceden  araştırdım, bu hastanede doğum yapacağım belliydi. O zaman bize 3. Kattan bir oda ayarlasınlar, orası da doluysa başka bir kattan ayarlasınlar, ben burada doğum yapacağım, doktorum burada’’ dedim. Ciddi olduğumu gören doktor eşimi işlemler için gönderip, beni de nst’ye bağlanmam için hemşireyle arkada bir odaya göndererek kurtuldu benden. Güleryüzlü (!) hemşire nst’yi bağlamayı beceremediği gibi, telefonuyla ilgilenmekten ortadan kaybolup duruyordu. Israrlarımla oda durumunu sordurduğumda şansımıza bir odanın o gün boşaldığı (saat sabahın 5,5’u 🙂 ve odamızın hazırlandığı haberiyle nst’ye odamda bağlanmak üzere yola çıktık. Sonradan odanın eşim sayesinde bulunduğunu öğrendim. Güleryüzlü hemşireyle geçirdiğim yarım saatin ardından eşimle odamızda buluşacaktık nihayet. 

Doğum katına geldiğimizde eşim de gelmiş olmasına rağmen sancı aralarında hemşirelerle konuşarak, sorularını yanıtlıyor, tekerlekli sandalyeye ve odaya gitmeye direniyordum. Bir ara hemşirelerden biri doktorumu arayacağını söylediğinde, cevabım: ‘’doktoru aramayın; saat daha çok erken, uyuyordur, ben daha doğurmayacağım, birkaç saate nasılsa hastaneye gelmiş olacak’’oldu. Tabii beni hiç  ciddiye almayarak, hemen doktoru aradılar ve talimatları uyarınca işlemler ve tedavim başladı.

Odamıza geçtiğimizde, eşim eğitimde öğrendiğimiz gibi bana masajla yardımcı olmak istese de sancı anında bana dokunulması daha fazla canımı yakıyordu. Odamıza gelen hemşire de sancı anında elleriyle belime masaj yapmak istediğinde ‘Lütfen bana dokunmayın’ diyordum. Ama o ısrarla beni rahatlatacağını söyleyerek belime bastırıyordu. Birkaç denemeden sonra daha yüksek ses tonuyla’’ dokunmayın, canımı yakıyorsunuz’’ diyince kendimi kurtarmış oldum 🙂 Evden itibaren yogada öğrendiğim hareketler ile kendimi rahatlatıyordum zaten başkasının dokunmasını istemiyordum bana

Sabahın ilk ışıklarıyla beraber odama gelenlerin sayısı artmış ve beni rahatsız eden bu kalabalığı, gereksiz gelen herkesi odadan göndermeye başlamıştım. Tekrar nst’ye bağlanmam için yatağa geçmiştim ki yeni ve şiddetli bir sancı daha geldiği anda yeni hemşirem ‘Melek Hanım’ güleryüzü ve pozitif enerjisiyle odaya girip: ‘’ben sizin doğum hemşirenizim, ismim Melek’’ diyerek, elini belime koyduğunda :‘bu gerçek mi, tıpkı ismi gibi bir hemşire’ diyordum içimden. Sancı anlarında bana dokunulmasına dahi tahammül edemezken, Melek Hemşire’nin enerjisi(!) iyi gelmiş, rahatlamamı sağlamıştı. Nst’ye bağladıklarında sancılardan pek fazla makineye bakamıyordum ama bir ara 70’i gördüm. Daha doğumun başındaydık ve benim sancılarım şimdiden çok sık ve şiddetli gelmeye başlamıştı. Kısa bir süre sonra sancıların şiddet ve süreleri daha da artmıştı. Eşimden yeni öğrendiğime göre nst’de bir ara 127’yi görmüş ve bana bunu uzun zaman söylememişti. Tek hatırladığım her yeni sancı, bir önceki sancıdan daha şiddetli, daha uzun ve iki sancı arası süre daha kısaydı. 2 sancı arası süre artık max. 5 dakikada 1’e inmişti.

8-8,5 gibi doktorumun güleryüzüyle odaya gelerek, uzun bir yolun başarıyla sonuna geldiğimizi, çok başarılı olduğumu ve bu bebeği normal doğuracak güçte olduğumu belirten cesaret dolu sözleriyle moral bulduğumu, kendimi güvende ve iyi hissettiğimi hatırlıyorum. Bir de ‘burada bile güleryüzlüsün’ diyerek şaşırdığını. Sancı aralarında hiçbir şey yokmuş gibi muhabbet etmeye devam ediyor, sancı gelmeye başladığı anda ise kendimi tümüyle dış dünyaya kapatıyordum. 

Bir süre sonra artık ayakta ya da yatakta sancıları atlatmamın da mümkün olmadığını anladım. Hava iyice aydınlanmaya başlamış, gün ışığı ve her türlü ışık iyice rahatsız etmeye başlamıştı beni. Eşime perdeleri kapattırarak, kendimi refakatçi koltuğuna attığımı (o koltuk olmasa sancıları nasıl atlatırdım hiç bilmiyorum) ve bilincimi dış dünyaya kapatarak yoga dersinin sonunda yapmış olduğumuz gibi zihnimi ve bedenimi rahatlatıyor, sancılar arasında da uyumaya çalışıyordum artık. Hem sancıların sıklığı ve şiddeti hem de bulantılarım gittikçe artıyordu.  

Saat 10 olmuş ve sancılar iyice dayanılmaz hale gelmişti ki doktorum tekrar kontrole geldiğinde hala epidural isteyip istemediğimi sordu. ‘’Bir durumuma bakalım, ona göre karar vereceğim’’ dedim. Süre göz önünde bulundurulduğunda bu kadar sancıyla beraber açıklığın en az 6-7cm olduğunu tahmin ediyor ve dayanabileceğimi düşünüyordum ki doktorumun 3,5-4 cm dediğini duyduğumda büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak ‘’bu kadar sancı sadece yarım santim içinse epidurali istiyorum’’ dedim ağlamaklı bir sesle. Ve epidural takılana kadar geçen süre artık benim için iyice işkenceye dönmüş, daha fazla bel ağrısına, sancıya boş yere katlanmak istemiyordum. 

Epidural takıldıktan sonra eşime artık ailelerimizin hastaneye gelebileceklerini söyledim. O saate kadar eşimden başka hiç kimseyi istemiyordum yanımda. Saat 11 olup, doktorum tekrar kontrole geldiğinde şaşkınlıkla Melek Hemşire’ye dönerek 10 cm, 12-12,5 gibi doğum olur dedi. Lakin hala yaramaz kızım aşağıya inmemişti. Ve önce plates topuyla, ardından ayakta, sonra yatakta ve en son doğumhanede yaptığım hareketler ve ıkınmalar ile bebeğimi aşağıya indirmeye çalışıyordum. 

12’ye doğru ailelerimiz geldiğinde elimde üzüm suyu, saçlarım yandan toplanmış, bir yandan plates topu üzerinde zıplarken bir yandan da kahkalar atarken bulduklarında epiduralin yeni adının ‘Tanrı’nın Mucizesi’ olduğunu söylüyordum onlara. Gittiğim eğitimlerde epidurali hep korkunç bir şey olarak öğrenmiş ve asla istemiyordum. Şimdi ise, ben epidural istemiyorum dediğimde,  doktorumun neden:‘doğumda epidurali isteyeceksin ama vermeyiz bak diyerek bana takıldığını anlayabiliyorum. Ve 2. doğumumda kesinlikle epidural isteyeceğimi biliyorum 🙂

Saat 14.00 olduğunda doktorum beni doğumhaneye almalarını, odada bir ilerleme olmadığını söyledi. Bu arada epidurali kısmışlar ve suni sancı vermeye başlamışlardı.Sonradan annemden öğrendiğime göre doktorum kapıdan çıkarken Melek Hemşire’ye zor bir doğum olacak diyormuş. Oysa ben yürüyerek, aileme el sallayarak, keyifle doğumhanenin yolunu tutmuştum

Doğumhanede dinlediğim Lorrane Mc Kennit’in başlarda  faydası olsa da bir süre sonra duyduğumu bile hatırlamıyorum. Doğumhanede ayakta başlayan maceram, beni doğum masasına yatırmalarıyla devam etti. Doğum masasında ayakta olduğumdan çok daha fazla rahat hissettim kendimiDoğumhanede, ‘ben herhalde doğuramayacağım, niye bu kadar zor oluyor, neden aşağıya inmiyor’ diye isyan ettiğim anda Melek Hemşire bebeğin kafasının geldiğini, saçlarına dokunduğunu söyledi. Bense ‘hayır doğmayacak, biliyorum’ diyordum hala. 

Artık fiilen doğum anı başlamıştıDoktorum 2.ıkınmamda durmamı ve sakın ıkınmamamı söyledi, kızım 2 kere kordonuna dolanmıştı. Toplam 3 güçlü ıkınma ile bebeğim dünyaya geldiğinde ben: ‘doğmadı, bitmedi biliyorum, bitmiş olamaz’ diyordum ağlamaklı bir sesle. Oysa kızım Nehir Milena son ana kadar aşağıya inmeyerek kandırmasına rağmen annesini, şimdi kollarımın arasındaydı... 

Doktorum, kızımı ağlarken kucağıma vermiş, kızım kucağıma geldiği anda sakinleşerek susmuş ve odayı huzurlu-sakin bir enerji kaplamıştı. Hemşire ablaları kızımı almak istediklerinde tekrar ağlamaya başlamış, gitmek istememişti.Ben de kızımı vermek istemiyorum, biraz daha kalsın diyerek, sakinleştirdim yeniden minik fıstığımı. 3. Sefer istediklerinde ise, sakinleştirerek, muayenesi için hemşir ablalarına teslim ettim güvenle..

Bir yandan bebeğime bakarken bir yandan da eşimle doktorun muhabbetine katılıyordum. Bebeği götürmek istediklerinde, eşime onlarla gitmesini söyledim. Doğumhaneden ayrılan eşim birkaç dakika sonra yanıma döndüğünde hemşireler çok şaşırdılar ‘döndünüz’ diye. Eşimin yanımda olması bana güç veriyordu. Nasılsa ailelerimiz Milena’nın yanındalardı. Benimse, eşimin yanımda olmasına ihtiyacım vardı.. Dönmesi bile beni mutlu etmeye yetmişti…

Plasentanın da çıkmasıyla büyük bir rahatlamayla ‘’Bir şey yokmuş, ben yeniden normal doğururum’’ dediğimde odada yeniden büyük bir şaşkınlık yaşandı 🙂 Bu arada çok fazla kanamam olmuş ve kanım pıhtılaşmıyordu ama hiçbir şey önemli değildi benim için. Kendimin de  bebeğimin de güvende olduğumuzu bilmek huzur veriyordu. Doktorum ve en önemlisi eşim yanımdaydı. 

Gerekli işlemler yapıldıktan sonra beni hazırlayarak, tekerlekli sandalye ile odama götürmek istediklerinde, onlara yürüyerek gitmek istediğimi söyledim yine. ‘’Bugüne kadar hiç kimse bu kapıdan yürüyerek çıkmadı, sizi de bırakamayız’’ diyerek beni zorla tekerlekli sandalyeye oturtup, odama götürdüler. Yolda gelen ve engelleyemediğim titremeyle neden yürüyemeyeceğimi kabul etmiş oldum. Bu arada, çığlık sesleri nedeniyle ailelerimizin ağladığını öğrendiğimizde, eşim:’’Nisan hiç bağırmadı ki, Sancılar sırasında odamızda sadece 1 kez bağırdı’’dedi ama ben hiç hatırlamıyorum bağırdığımı.. Doğumhanenin kapısının yanındaki odada sancı çeken bir hastanın çığlıklarını ben sanmış ve üzülmüşler meğerse. Oysa zaman zaman ‘doğmayacak herhalde’’ diye isyanla, çoğunlukla ise muhabbetle geçen çok güzel bir doğum yaşamıştım.  

Odamıza geçip, kızımı emzirmem için kucağıma verdiklerinde her şeyin bittiğini, artık 3 kişilik bir aile olduğumuzu kızımın kokusuyla anladım. Ve bütün gece, en ufak bir nefes sesinde uyanarak, sadece kızımı izleyerek, 1,5 saatlik bir uykuyla yeni dünyamıza bakarken anladım ki: ‘anne olmak’ böyle bir şeydi…

  

Yorum Yaz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.